Bu Blogda Ara

5 Kasım 2012 Pazartesi

Geç kalmış bir post; Şirince

Şirince muhteşem bir tarihi semt... Eşşiz evlerin bulunduğu, tertemiz mis gibi havası ve eşsiz lezzetleriyle Şirince mutlaka görülmesi gereken bir yer.

 
Evlerin hepsi birbirinin aynısı gibi, eşsiz bir manzara sunuyor. Konaklama için, arkdaşım Emre'nin anne ve babasının işlettiği Masal Pansiyonu seçtik. Bizi çok güzel ağırladılar. Tertemiz kocaman evlerinde huzur içinde uyuduk ve bu manzaraya uyandık. Bahçelerindeki küçük kedileri alıp evime getirmemek için zor tuttum kendimi.
 
 
 
 
 
 
Şirince tam bir şarap cenneti. Neredeyse her evin altında mahzeni var. Kırmızı-beyaz şarap haricinde farklı meyve şarapları var. Böğürtlen şarabı, yaban mersini şarabı, kavun şarabı, çilek şarabı... Merak ettiğiniz her çeşidi deneme lüksünüz var. Shot bardaklarında sunulan tadımlık şarapları deneyip istediğinizi alıp afiyetle içebilirsiniz. Hediyelik alıp sevdiklerinize götürebilirsiniz. Fiyatlar 10-20 tl arasında değişiyor. Çarsısı küçük ama farklı ürünler var. Tasarım takılar, çeşit çeşit baharatlar, yöresel lezzetler ve organik sabunlar var.
 
 
 
 
Benden size tavsiye sakın topuklu ayakkabı giymeyin zaten ortamın etnik yapısına ters hemde yokuşlu toprak-arnavut sokaklar var.
 
 
Çarşıda fiyatlar uygun. Ben her zamanki gibi yöreye ait magnetlerden ve birde damla sakızı reçeli aldım. Sindirime çok faydalıymış ama ben faydasından çok lezzetini seviyorum. Tatlılara, kahveye koyuyorum.Küçük bir kavanozuna sadece 5tl ödedim.
 
 
Çarşı içinde kilise var fakat mimari veya görsel açıdan kötü. Zaten kullanımda değil harabe halde malesef. Bu çeşmeye de bozuk paralar atılmış. Yabancı turist yğunlukta haliyle esnaf şakır şakır yabancı dil konuşuyor. Fransızcalarını resmen kıskandım.
 
 
 
 
Ayakkabılardan saksılara ne dersiniz? Alın size Derya Baykal modunda bir DIY projesi;
 
 
 
Uzun günler kalınacak bir yer değil. Biz akşamüstü Şirince'ye varıp akşam manzaraya nazır güzel bir yemek yedik. Geceyi orada geçirip ertesi gün akşamüstü ayrıldık ve bize fazlasıyla yetti.
 
 
Bu güzel çiçeklerle size veda ediyorum. Umarım bir gün sizinde yolunuz Şirince'ye düşer.

4 Eylül 2012 Salı

3578. hastane maceram

 
Sende 3-4 kez hastanelik olmazsam yaşamımı sürdüremiyorum sanki. Prematüre falanda doğmamışım ama olmamışım ya yapamamışlar beni. Kesin bişeyler eksik kalmış. Hiç ama hiç tek bir yudum bile emmemişim ben. Bana kalırsa sunum yanlışmış, anneme göreyse onu kabul etmemişim neyse ne ama ama işte hiç emmemişim ben yani ''insanoğlu çiğ süt emmiş'' lafı benim için geçersiz.
 
Senelik hastaneye yatma rutinlerimden biriydi dün gece. Geceye doğru ben bi fenalaş, soğuk soğuk terlemeler birden üşümeler, peşpeşe kusmalar derken panik halinde koşa koşa hastaneye. Zaten artık ezberledim. Damar yolu açılsın. Hemen 2 tüp kan alınsın. Serum bağlansın. Ha bu arada popodan sağlam bi iğne. Serumu şöyle muhteşem bir kokteyl haline getiren hemşireler. Birde herkese vermişler yarım litre serum benimki 1 lt. Doktorda anladı eksik olduğumu ki dayadı bana 1000 lik serumu. Neyse geçtik müşaade odasına. Sonuçları bekliyoruz.
 
Ohoo mekan evlere şenlik. Bi kere küçük şehirde yaşamanın en saçma yanı herkes birbirini tanır ki Ege insanı tanımıyosa da tanışır. Odadakilerin yarısı akraba olmayanlarda orda akraba olmuş zaten. Bi kadın var kalpten gelmiş, yanındada kızı gelmiş böyle 34-35 yaşlarda. Kızın tek derdi uyumak!!! Hangi hasta kalktıysa hoop yatağına geçiyor ve uyuyor umarsız!!! Annesi orda kalbiyle uğraşıyor başında da gele gele bu gelmiş.
Bi kız çocuğu var 14 yaşındaymış abisi bunu dövmüş hemde baya baya. Bu da aramış polisi bi güzel şikayet etmiş annesi de nerdeyse artık bulunmuş gelmiş kızını getirmiş hastaneye tedaviye.
 
Başka bi kadın var kocası mı artık başındaki adam kimse o dövmüş bunu. Kadın diyor kalk git seni istemiyorum vs vs.
 
Ya kendi acımla uğraşıyım bunları mı dinliyim bilemedim zaten hep tiksinirim hastane ortamından asla uyumam mümkün değil. Neyse başımda annem var bu kaptırdı kendini fahri hemşire hasta bakıcı falan sanıyor. Yan odada bi adam var bunun topuğuna sıkmışlar baya yemiş mermiyi. Sardılar sarmaladılar falan neyse adam uyumuş sonra. Bi süre sonra annem farkediyor ki adamın kanaması var adam uyurken ölcek nerdeyse. Annem koşup doktorlara haber veriyor bi panik adam kurtuluyor.
 
Benim sabır tükendi ama serum tükenmek bilmiyor dedim bekleyemicem ben artık sökün şunu gidicem. Çıkarttık serumu. Geldim eve uyudum bi güzel. Enfeksiyon kapmışım, muhtemelen havuzdan. En son kırmızı et yemiştim ben hep ondan zehirlendiğime inandım. Çok çok uzun bir süre asla kırmızı et görmek istemiyorum. Zaten çok sevmem artık terk ediyorum onu. Kilo alayım diye çabaladıkça da kurudum o ayrı mesele. Neyse geldi geçti. Allah uzun süreler hastanede kalmak zorunda olan şifa bulamayan insanlara yardım etsin en çokta doktorlara o ne iğrenç meslektir yaa. Hiç mi hiç bana göre değil. Şimdilik benden bu kadar.

1 Eylül 2012 Cumartesi

Bir Evin Olmazsa Olmazları

Yeni bir düzen kurmak çok zor iştir. Evlenenler, boşananlar ailesinden ayrılıp yeni bir düzen kurmaya çalışan çocuklar, tayini çıkan memurlar vs. bunu tecrübe etmişlerdir ki bir evde eksik bitmez. Asla ohh be herşeyim tamam diyemezsin. Koltuk, halı, beyaz eşya gibi temel ihtiyaçlar şöyle dursun birde göze gözükmeyen ama elimizden düşürmediğimiz gün içerinde çamaşır makinasından daha çok ihtiyaç duyduğumuz küçük parçalar vardır. Her oda için ayrı ayrı ele alacağım ki en başta Mutfak;
Bir mutfakta olması gereken en önemli şey (eğer yemek yapılıyorsa tabii) süzgeçtir!!! Evet süzgeçtir. Yıkadığın meyve ve sebzelerin süzülmesini beklemek için, makarnayı haşladıktan sonra suyunu dökmek için, pilav yapmadan önce pirinci-bulguru arıtmak için, pişirirken topaklanan çorbayı kurtarmak için ne lazım Süzgeç. Mutfağın demirbaşıdır süzgeç.



En az bunun kadar göze gözükmeyen ama önemli olan bir diğer parça ise çay kaşığıdır. Çay tüketmeseniz bile misafireçay ikram edilir, e çay kaşığı lazım. E kahve-bitki çayı yaptın, parmağını sokup karıştırcak halin yok heralde. Hadi onu da  geçtim. Bir tarif var kek pişirceksiniz mesela tarifte diyor ki 3 çay kaşığı! İddia ediyorum gramı tartmadığınız sürece asla o 3 çay kaşığı ölçüyü tutturamazsınız.


Gelelim şimdi Banyoya;
Bir banyonun olmazsa olmazı ayak havlusudur. Bir kere elini yüzünü sildiğin havluya ayak silinmez ayrıca ıslak ıslak yürüdükçe yerlerde iz olur.Tüm  bunları umursamadığınızı varsayalım, küvetten çıkarken her seferinde tedirgin oluyorum ayağım kayıp düşücem diye. Ser şöyle küvetin çıkışına bir ayak havlusu bas şöyle sağlam sağlam ohh miss. Yani ayak havlusu şart dostlar.

Ayak_havlusu__fuya
Banyoyla ilgili daha fazla şey için daha önceki yazım  tık tık

Sıra geldi Oturma odası-Salon;
Hemen hemen evdeyken vaktimizin çoğunu bu alanda harcarız. Bu yüzden bu alanların olmazsa olmazı yastıklar ve bir örtüdür. Hem dekor için hemde rahatınız için yastıklar önemlidir. Tv seyrederken uyuklamak, oturuken belinizi desteklemek, misafirlerinizi rahat ettirmek için yastıkları kullanabilirsniz. Birde benim gibi yaz kış üşüyen biriyseniz bir örtü hiç fena olmaz. Uzandığınızda üstünüze alıverirsiniz. Birde koltukları deri veya kadife tarzı olanlar sıcaktan şikayetçi olup koltukların terletmemesi içinde bu örtüleri kullanabilirler.

http://www.mersinyatas.com/images/Toptop%20Krlent.gif

IKEA FELICIA SÜPER YUMUŞAK ÖRTÜ KOYUKAHVE130X170

Son olarak sıra geldi Yatak odalarına;

Bu odalar içinde olmazsa olmazlar abajurlardır. Eğer gece lambasıyla uyumuyorsanız benim gibi zifiri karanlık tercih ediyorsanız bile gereklidir çünkü yanınızdaki sizden önce uyumayı tercih edebilir yada benim saçma yatak odam gibi ışığı kapatmak için yataktan kalkıp taa kapıya geri yürümeniz gerekebilir. Böyle durumlarda baş ucunuzdaki bir ışık kurtarıcı olacaktır. Ben genelde fişsiz yani pilli veya şarjlı olanları tercih ediyorum çünkü o kablo fazlalığı beni sinir ediyor.

Ev Yapımı Abajur Yapımı
İşte benim için bir evin önemsiz gözüken ama çok önemli parçaları bunlardır. Ev döşemek durumunda olanlara şimdiden kolay gelsin.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

İsyan & Tespit Postu

Uzun zamandır blog yazmıyorum ama her gün mutlaka bol bol okuyorum fakat şunu fark ettim ki sanki herkes aynı şeyleri yazar oldu. Her ne okursam okuyayayım yeni birşeyler öğrenme kaygısı duyuyorum. Hatta sadece okumak degil bir film izlerken veya arkadaşlarla sohbet ederken bile yeni şeyler öğrenmek istiyorum. Bende merak uyandırsın, bende araştırayım öğreneyim ama yoooook.Gidip alıp deneyeyim bende yiyeyim o yemeklerden ama nerdeee. 

Moda blogları var bugün bunu giydim bilmem ne. E giydin de nerden aldın? Ne kadara aldın? Senin ayak kaç numara da sen kaç numarasını sipariş ettin? Uydu mu? Memnun musun? Bunları da yaz ama değil mi?

Gezdim gördümler var sırf fotoğraf. Arkadaş ben oraya nasıl gitcem? Tarif et. Oteller nasıl? Fiyatlar nasıl? Nesi meşhur? Ne alınır? Ne yenir?

Yemek blogları var. Bi resim koymuş işte bu akşamki menüm. Kabak dolması, mercimek çorbası, yogurt... AAAAaaaa bak hayatımda ilk kez gördüm bu yemeği süpermiş. Sırf sık sık post atıcam diye de saçmalamayın arkadaşlar.

Bide takipçi kaygısından hediye dağıtan var. Şimdi önce takipçim ol, bununla ilgili en çoook tweet atan sen ol, bu postu facebookta yayınla, benim sayfamı begen, bloğuma 3 yorum yap, çekilişe katıl sonunda sana düttürü marka oje vercem hemde sadece 1 kez kullanılmış:S Delirdin mi be kadın? Ya bunları o oje için yapana ne demeli? O hepten yemiş kafayı.

İşte böyle bunları düşünmekten yazamaz oldum. Bide bu tanıdık kaygısı benim çok sinirimi bozuyor. Şimdi şöyle yazcam falança anlıcak ona yazdığımı alıncak amaaan en iyisi yazmayayım oluyor hep. İsmimi kullanmamama rağmen deşifre olalı çok oldu. Tabii benim suçum kimseye lafım yok.

Neyse şimdi bir kaç tespitte bulunacağım;

Bu yaz ayları çok tasarruflu aylar. Doğalgaz faturası 15 tl civarı geliyor. Kışın 300 civarı geliyordu. Bakın işte yaz mevsimini sevmek için bir neden daha. Isınma yok,giyinme yok,beslenme desen al bi karpuz doyarsın. Üşümeyi özledim diyenlerin agzının üstüne vurasım geliyor. Çok dertliyim;resmen ağustostayız :(



Olimpiyatları izlerken şunu anladım ki kızım olursa tenisçi veya jimnastikçi oğlum olursa da yüzücü olsun istiyorum.Hem bireysel sporlar hem de şık sporlar yani. Erkeklerde omuz üstü kanat var resmen boyumdan utandım o derece. Bayan tenisçilerde de mükemmel bir fizik var bayıldım hele o etekleri süper. Tabii tüm bunları o evladında istemesi lazım da işte benimki hayal. Ama en önemlisi şu ki; erkek veya kadın sporcu veya değil o koltukaltı kıllarını almasını kesinlikle öğreteceğim! Bu kez o evlat istesede istemesede öğrenicek başka yolu yok. Arkadaş midem bulanıyor izlerken o nedir ya ben kültür farkı falan da kabul etmiyorum. Taş devrinde mi kaldın? Dünyadan bihabermisin? Milyonlar izliyor seni ya hele ki bayanlar!!! öğğğ kokar o be! Neyse bu konuyu kapatalım.






Hep sevmediğim bir yiyecek yok hepsini sever hepsini yerim derdim ama hatırladım ki ben siyah zeytin yemem. O cümlemi değiştiriyorum. Pizzaya da hiç yeşil zeytin koymuyorlar menülerde. Öyle durumlarda ayıklama işinden hoşlanmadığım için yiyorum ama zevksiz yani. Bi kere siyah yiyecek mantığıma ters. Kola da sevmem ki o benim beslenme piramitimde zaten yok.



Trafikte yeşil ışık yanar yanmaz geçmek isteyenlerdenim ama asla önümdekini korna vs ile sıkıştırmam o daha sarı yanar yanmaz kornaya basan elleri kırmak istiyorum. Acele ediyorum çünkü son saniye yeşilde geçemeyip kırmızıya yakalanınca çok bozuluyorum ben. Benim gibi bozulan varsa yakalanmasın o da geçsin diye düşünüp acele ediyorum. Böyle de düşünceli şeker mi şeker bi kızım yahu.

Uzun bir aradan sonra böyle alakasız başlık bulmakta zorlandığım uzun isyanlı bir post oldu artık okuyun geçin gençler :) bye

22 Haziran 2012 Cuma

Yunuslarla yüzmek & 25.doğum günüm

21 haziran benim doğum günüm. Fakat kutlamalar 3 gün 3 gece sürdü. İlk gün bu saate sahip oldum aldığım güzel hediyelerden biriydi.

2. gün daha öncede bahsettiğim Levent marinada şık bir yemek yedik ve dondurmalı irmik helvasının başında kavga ettik :) Bu lezzet kapışılır ama ya çok seviyorum ben. Gecenin sonunda limonlu cheesecake eşliğinde mum üfledik.


Asıl gün olan 21 Haziran günü, en uzun gün olması itibariyle yapılacak çok şey var tabii.



 Ben yunuslarla yüzmeyi seçtim. Uzun süredir hayal ediyordum zaten ama hayal etmek yetmiyor tabii. Kuşadası'nda Adaland'e gittik canım kardeşim G.Ç. ve can yoldaşım Ş.D de benimleydi. Sağolsunlar. Tatil dönemi olmasından hiç bir doğum günümde tüm sevdiklerimi bir araya toplayamadım o yüzden bu sene hiç öyle bir çabaya girmedim.


Saat 1 gibi giriş yaptık Adaland'e. Neyse ki muhteşem zamanlamaymış ki son yunuslarla yüzme biletini ben aldım :) saat 16:15 e randevu verdiler ama zaman geçmek bilmedi. Bide bu aquapark olaında merdivenler beni öldürüyor. Çok çok yoruldum. Biraz heyecan yaptım ilk başta çünkü ben tek başıma yüzeceğimi sanmıştım ama benim gibi başka insanlar da gelmiş bu güzel yunuscuklarla yüzmeye. Vaktinden önce dolphinparktaydık. Can yeleklerimizi giydik ve öncelikle kısa süreli bir eğitim aldık, çok sevimli 2 antrenör bize ingilizce olarak anlattı nasıl davranıcağımızı. İngilizce bilmeyenler dert etmesin çünkü vücut dili bile yeterli olabilirdi.



Yunuslar bize kısa gösteriler yaptı. Onları besledik, sarıldık, yüzgeçlerine tutunup sörf yaptık hatta öpüştük. Çok eğlenceliydi.



Günde 12 kez deri değiştirirmiş yunuslar bu yüzden onlara dokunmamaız onların da hoşuna gidiyormuş. Parmaklarımızı piyano gibi oynattığımız zaman yunuslar bize şarkı söylediler. Yunuslarla yüzmenin otistik ve down sendromlu çocukların eğitimde kullanıldığını duymuştum daha önce. Kesinlikle faydalı olabileceğini düşünüyorum çünkü insanı psikolojik olarak çok rahatlatıyor. Ben çok mutlu oldum şahsen. Denemeye değer derim.

Son pastamızı da evde kestik ve afiyetle yedik :)


 Birde Aslı'nın yolladığı bu çiçekler var onlarıda unutmayalım. Sağolsun.


İşte bu doğum günüm böyle geçti :)


5 Haziran 2012 Salı

Gelecek gelsin

Her zaman gelecek kaygısı denen şeyi yaşamışımdır. Küçükken bile büyüyünce ne olucam? kimle evlenicem vs diye düşünürdüm. Çok küçükken diş doktoru olmak isterdim hep. Hiçbir zaman diş doktoru fobim olmadı. Daha çocukken bile annem babam olmadan giderdim muayene kendim. Çok özenirdim o aletleri kullanmaya. Duvarda asılı diplomalar sertifikalar içimde fırtınalar estirirdi ki annemler potasyumumu eksik koymuşlar maalesef sayısal zekâya sahip bir insan olmadığım henüz ilkokuldayken deşifre oldu. Her matematik dersine ağlayarak giden ben, binbir hocadan alınmış özel matematik dersiyle bir ilerleme gösterememiş, son geceye bırakılmış ödevlerimi de anneme babama devrederek lise 1e kadar süren bu çileden kurtuldum ve dil seçtim.

4.sınıfta karar vermiştim ingilizce öğretmeni olmaya. Taaaa o zamanlardan sakladığım course booklarım var öğretmen olunca kullanırım diye. Pinti bir insanda değilim ki kesinlikle cimrilikten saklanmamıştır onlar çünkü alanım dışında hiçbir kitaba (ders kitabı) sahip değilim. Liseye başlamadan aldığım bir kitap var mesela adı oyunlarla dil öğretimi! Dikkatinizi çekerim dil öğrenimi değil! Öğretimi! Neyin derdindesin ya sen yaşasana çocukluğunu! Yok, hep böyle kaygılıydım ki artık bu kaygı yerini paniğe bıraktı. Neyse ki hedeflerim doğrultusunda ilerliyorum ama yaşımın 25e merdiven dayamış olması beni üzüyor. Artık doğum günlerim için sevinmiyorum çünkü içim rahat değil bu lanet olası gelecek kaygısından. Gelecek diye adlandırdığımız şeyin benim için artık gelmiş olması gerekirdi diye düşünüyorum. Küçükken 18 yaşında olmak bile o kadar uzaktı ki üniversite 3. Sınıfta evlenmeyi planlardım. 2. Üniversitemin 3. yılında olduğum ve hala bekâr olduğum göz önünde bulundurulursa bu kaygılar planlar falan hep boş. Ama yapamıyorum işte. Düşünmeden edemiyorum. Planlamadan duramıyorum. Üstelik artık çok sınırlayıcı belirleyici çizgilerimde var. Uçsuz bucaksız hayallere veda edeli çok oldu. Şimdi sadece eyvah az kaldı artık asla başa dönemem gençlik elden gidiyor 40ımda mı doğurucam ben sözleri yankılanıyor beynimde! Hala hangi şehirde kimlerle yaşayacağımı bilemesem de en azından kiminle nerde yaşamayacağımı biliyorum buda bir teselli benim için. Mesela şimdilerde yeni bir eve taşınmak istiyorum sonra aman şurada kaldı bir sene, zaten bu şehirden gideceğim devlet baba nereye atarsa diyorum. Sonra ne tayini ya manyak mısın? özelde çalışırım diyorum. Ay belki evleneceğim adam burada yaşamaz alır beni götürür vazgeç diyorum. İşte böyle hala kendi kendime konuşuyorum.
Mesleğim ne? Nerde çalışıyorum? Kimle evliyim? Kızım mı var? Hangi şehirde yaşıyoruz? Hala bir köpeğim yok mu? Susmuyor beynim beklemekten de sıkıldım gelcekse gelsin artık şu gelecek bende büyünce ne olcam öğreneyim yeter!!!

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Son zamanlar

     Son zamanlarda farklı günler yaşamaya çalışıyorum. Farklı kişilerle farklı mekanlara gitmeye çalışıyorum. Daha önce küçük bir şehirde yaşadığım için, sürekli aynı tiplerle, aynı mekanlarda, aynı yiyecekleri yiyerek görüşmenin ne sıkıcı bir şey olduğunu bilirim. Her zaman hayatımın rutine bağlamasından korkmuşumdur. Ayrıca etrafınızdaki insanlarla ilgili de ara sıra temizlik yapılması gerektiğini düşünüyorum. Benden size tavsiye bazı arkadaşlarınızla bir süre görüşmeyin tabii kırmadan sonra eğer özlemezseniz, o olsa şöyle derdi, o olsa böyle yapardı diye arkadaşınızın eksikliğini hissetmezseniz artık onunla görüşmesenizde olur. Belki acımasızca ama bence böyle...

Değişiklik için ilk olarak bir derneğe üye oldum. Sosyal sorumluluk işlerine vericem kendimi artık. Ayrıca İzmir'de yaşamama rağmen gittim Kuşadası'nda bir derneğe üye oldum. Git gel yol yapmak iyi gelir diye düşündüm. Böylelikle hiç tanımadığım insanlarla, hiç bilmediğim mekanlarda, daha önce tatmadığım yemekler yiyebileceğim. Hemde sosyal sorumluluk işleriyle gönlümü rahatlatacağım.





Bu Kuşadasında ilk kez gittiğim restaurantın linki. Yolu düşenlere şiddetle tavsiye ederim. Sahibi garsonluktan şefliğe yükselmiş daha sonra kendi mekanını açmış. Bu yüzden adı Şef Restaurant'mış. Hala kendi mekanında servis yapmaya devam eden mütevazı biri. Bizde dernek olarak kendisine ödül verdik bu başarılarından dolayı. Servis mükemmel lezzetler harika. Bizi midye dolma, patlıcan közleme gibi mezelerle süper bir yeşil salata karşıladı. Mekanın kendine has yemeği ise Dalgan. Aslında ısırgan otuna bu yörede dalgan diyorlar. Denizli'de de dalagan derler. Isırgan otu, mantar ve yumurta ile pişiriliyor ve sıcak servis ediliyor. Yumurtadan hoşlanmamama rağmen zevkle yedim.


İkinci sırada boyoz festivali var. Ben genelde bu tarz şeylerden hoşlanmam çünkü "bedava" olan yerde kesin bir sorun çıkar kuralı vardır bende. Ama dediğim gibi hadi değişiklik olsun dedim kurallarımı çiğnedim İzmir'de ilk kez düzenlenen Boyoz Festivaline gittim. Çay, peynir ve boyoz dağıtılacak insanlar sahilde oturup afiyetle yiyecek vs. Ama bir kalabalık ki...

Ne çay severim ne de boyoz!!! Arıca kalabalıktanda nefret ederim. Gezdik dolaştık  kalabalığın arasında. Klasik arabalar ve Harley motorlar vardı sahilde, onları seyrettik imrene imrene. Tabii o sırayı beklemektense ölürüm daha iyi diyerek attık kendimizi Reyhan'a. Burası da İzmir'in en meşhur mekanlarından biri fakat o kadar uzun yıllardır hizmet vermekte olması mekan içerindeki yaş ortalamasının 70 olmasına sebep olmuş. Pastaları mükemmel, frambuazlı pastası dillere destan fakat biz kahvaltı için orda bulunduğumuzdan dolayı Piramit tost seçtik.


Tost bir tosta göre pahalı fakat gayet lezzetliydi ama yanında ikram edilen yeşillikler ve domates özensiz yıkanmıştı. Buda beni uyuz etti.

Birde Marina mevzusu var. Okulum Güzelyalı semtinde olmasından dolayı hergün gittiğim o semtte meğer bir marina varmış ta benim haberim yokmuş!!! Bir yat limanına göre biraz küçük gibi ama içinde bir sürü restaurant var. Biz bunlar içerinden Sipari'yi seçtik.


Gerçekten son zamanlarda yediğim en güzel balığı yedim. Yeşil salatanın içinde pek sık rastlanmayan çiğ pancar ve bıldırcın yumurtası vardı. Ben pek yumurta sevmediğim için ayıklamak durumunda kaldım eğer sizde sevmiyorsanız baştan belirtebilirsiniz. Servis mükemmeldi ve manzara çok güzeldi.  O gece Hıdırellez gecesiydi ve dolunay vardı. Belki benim ruh halimle alakalıydı bilmiyorum ama resmen gökten huzur yağıyordu yada anason kokusundan kafayı bulmuştum.


Bitti mi sandınız? Biz kalktık ertesi günde Foça'ya gittik. Sakızlı dondurma yedik. Sezon henüz açılmamış olmasına rağmen o dondurmayı yemek için baya bi sıra bekledik.



Bir gece önce çizip gülün dallarına astığımız dileklerimizi de suya bıraktık çabucak gerçek olsunlar diye.

İşte şimdi bitti ohhh :)

4 Mayıs 2012 Cuma

Olmuyorsa ısrar etme! değiştir!

Nelerden kurtulmuşum? Neleri sıyırıp geçmişim meğersem? Çok çok üzüldüğüm, kahrolduğum,  gecelerce ağladığım herşey için şimdi çok mutluyum. Bambaşka yerlerde bambaşka insanlarla yaşıyorum mutluluğumu.
Bağlantımı kopardığım insanlarla, Allahım ben bununla nasıl vakit geçirmişim, benim orda ne işim varmış diyorum. Bu aslında büyümenin ta kendisi. Kendimi geliştirme fırsatı bulduğum için aileme minnettarım. Ama bunun yanı sıra en önemlisi kişinin kendisinin risk alması lazım. Kaçırdığı fırsatların ardından kendine yeni fırsatlar oluşturması lazım. Hayallerinden asla vazgeçmemesi lazım.
 Hayallerinizi başka inssanlar üzerine değil kendi hayatınız üzerine kurun ki onlar hayatınızdan çıktığında, hayalleriniz sizinle kalsın. Örneğin; ben bu iş yerine müdür olurum yerine ben çok iyi bir şirkete müdür olurum diye motive edin kendinizi. Böylelikle, en kötüsü, o işten kovulsanız bile hayalinizin peşinden koşmaya devam edebilirsiniz. Ben bu adamla evlenirim yerine, ben bana layık, mutlu olabileceğim bir adamla evlenirim diye yazın aklınıza. O giderse yıkılmaz, daha iyileri gelsin diye beklersiniz böylelikle.
Bazen internette artık görüşmediğim kişilerin resimlerine denk geliyorum. Ortak arkadaşlar, biraz merak ve facebook sayesinde ulaşamayacağım kişi yok diye düşünüyorum. Bazılarıyla resmen alay ediyorum yani Allah affetsin ama pek bi çirkinleşmişler, komik komik tiplerle evlenmişler, olmadık bir arabayı yıkarken 'bebeğim bıcı bıcı yapıyo' yazan resimler koymuşlar. Gel de dalga geçme şimdi. Vaktinde o kızla küstüm diye üzülmüşlüğüm var ya...
Alınmadığım işte çalışan arkadaşlarım şimdi bin pişman. Her gün bin bir şikayetle devam ediyorlar hayatlarına. Tanrı onları da kurtarsın ama ben o işe alınmadığım dönem yeniden üniversite hayatına döndüm. O kazanamadığım sınavda gece gündüz ağladım. Kazansaydım 17 yaşında Kıbrıs'a taşıncaktım!!! Ne işim vardı ki benim tek başıma Kıbrıs'ta?İyiki de kazanamamışım diyorum şimdi. sonrasında İstanbul ve İzmir de yaşama fırsatı buldum.
Eğer başınıza kötü olaylar geliyorsa sebebini iyi düşünün! Belki de sizin için en iyisi budur. Birine yaptığınız küçücük bir iyilik korumuştur sizi. Belki hayatınızın işi bir sonrakidir. Yada asıl aşkınız o kaybettiğiniz sevgiliniz değildir. Hayatta en çok değeri kendinize verin. Kendinizin kıymetini bilin ve umudunuzu asla kaybetmeyin.

4 Nisan 2012 Çarşamba

erkeksi kız modu

Erkek gibi giyinmek, argo hatta küfürlü konuşmak, savaş-dövüş filmleri izlemek, futbol oynamak, ben sadece erkeklerle arkadaş olabiliyorum demek bu tip kızların başlıca belirtileridir.

 İddia ediyorum (genellemek yanlış olabilir) fakat bence tüm bunları zevk aldıkları-beğendikleri için yapmıyorlar. Çünkü onlara kibar bir bayan olmak, topuklu ayakkabı giymek, makyaj yapmak zor gelir. Hatta bu tip kızlar 10 günlük ojelerini de hala silmezler. Yarısı çıkmıştır o ojenin. Ööööüüğhh!!! En çokta bundan nefret ederim. Öyle gezerler. Kendilerine ''barzo'' derler, ''takoz'' derler, bunu da marifet sanarlar.

Çok hızlı araba kullandıkları, ofsaytın ne demek olduğunu bildikleri gibi şehir efsaneleri vardır ama gören duyan olmamıştır.

''En sevdiğim şey soğan yemektir benim'' gibi birçok insanın midesini bulandıran şeylerle övünürler. Yemeğimden kıl çıksa da yerim, benim umrumda olmaz tribinde takılırlar. ''Geçen akşam çok acıktım aradım bizim Ahmet abiden bir buçuk kokoreç yedim acılı gece ohh sabah bi kalktım mide leşş çıkamadım tuvaletten'' hooop ordan bağlar yine b.k muhabbetine. Nefret ederim.

 ''Asla ev işleriyle alakam yoktur!''  ''Yemek yapmak mı? bildiğim tek şey yemek sepetini kullanmak ahahaha '' gibi kalıplaşmış saçma cümlelerle bu tarzı savunurlar.

Bide bunlardan hoşlanan erkek tipi vardır. Alır bu kızı stada götürür. Küfrede küfrede maç izleme hevesini alır. Hemen bi forma alır giydirir. Kendi kıyafetlerini paylaşır bu kızla. Yanında pırtlata pırtlata uyur. öğğğğ bu da iğrenç. sonra fısss!!! Açlık vurdu mu mideye bana çocuğuma anne olcak bi kız lazım laflarıyla kaçar o adam!!!

 Geçceksiniz kızlar bu ayakları. Artık yemiyoruz. Sizin gibi takılan bir çok arkadaşım evlendi hatta çoluk çocuk sahibi oldu. Lisede bir arkadaşım vardı böyle güçlü kız triplerinde falan. O zamanlar bulldozeer botlar çok modaydı. O botlardan giyerdi, lisenin bütün erkekleriyle kanka modunda el ense gezerdi. Lise biter bitmez fırlattı o botları inanılmaz rezalet yine o zamanların modası sivri burun, topuklu, taşlardan çiçekli desenleri olan bir çizme edindi kendine. Hemen evlendi ve şuanda 4 yaşlarında şirin bi kızı var.Kızına böyle pembe giydirmeler dimi anneciiiiiimler falan!!!
 Noldu ''takoz'' arkadaş? Taktikmiydi tüm bunlar? Hadi o ergenlikteydi atlattı falan desek... 30 una gelmiş hala bu modda olanlar var.

 Aslında hepimizin bazen böyle ruh halleri vardır. Bizde her zaman pürüssüz bacaklarla, topuklu ayakkabılarla gezmiyoruz ama ''takoz''luğuda yaşam tarzı edinmiyoruz. Herşeyden önce bir kıza yakışmıyor.

Kız dediğin; giyinip kuşanmasını, oturup kalkmasını, konuşmasını, edep adabı bilmeli bence.

Nasıl kırım kırım kırıtan, elleri hamurdan çıkmayan, kız gibi giyinen, hatta makyaj yapan, ayyy şurda da deli gibi indirim var kızlarrr diyen erkekler sevimsizse kro kızlar da bir o kadar sevimsiz bence!

 Kendinize gelin ey hemcinslerim!!!


Ha bide sürekli pembeler içinde, peluş oyuncaklarla uyuyan, kaniş köpeklerine tokalar takan kızlar var o kadar da değil artık onu da başka bi postta yazarım :)

4 Şubat 2012 Cumartesi

Öğretmencilik

Küçükken favori oyunumdu benim Öğretmencilik. İkizler burcu olmamdan mı yoksa ailede en büyük çocuk olmamdan mı bilmem liderlik sıfatı zihnime feci kazınmış. Milletin çoluğunu cocuğunu toplardım bi güzel, böyle beyaz yazı tahtam falan vardı, öğretirdim işte saçma sapan şeyler. Tam uyuz çocuk modeli, büyümüşte küçülmüş tripler... O öyle söylenmez! yüzgar değil rüzgar demeler falan..

İlkokul 4 te karar vermiştim öğretmen olmaya. Ayşin hocam vardı ingilizce öğretmenim. Çok hayrandım ona. Onun gibi olmaya karar vermiştim. Hala bu yolda ilerliyorum bitmek bilmeyen eğitim hayatımla. Sanırım doğru yoldayım ama bazen birşeyler öğretmek pişman da ediyor insanı.,

 Bazı insanlar var hayatımda; Senden duyduğunu sana satan tipler.  İşte ben bunlara çok uyuz oluyorum. Mesela ilk o mekana sen götürmüşsün onu hatta sahibiyle tanıştırmışsın falan sonra öyle bi moda geçiyor ki bu tip insanlar sanırsın mekanı o açmış :S Bir arkadaşınla tanıştırmışsın mesela öyle bi hal almış ki sen hiç yokmuşsun aslında onlar galu bela'dan beri kankaymış.Adam öküzün tekidir mesela. Bir şekilde girer hayatına. Sen onu kılık kıyafetinden tut kariyerine kadar düzenlersin. Teşvik edersin, desteklersin hoop o gider başkasına yar olur. Keşke hep öküz kalsaydı dersin. A insanoğlu azıcık vefalı ol! Unutma verilen emekleri. Delirtmeyin adamı!!!

1 Şubat 2012 Çarşamba

flormar magnetic twist

Evet arkadaşlar süper bir oje keşfettim ve bunu sizinle paylaşmak istedim. Alışveriş yaparken tesadüfen farkettim. Reyondaki kız elimde bir denemesi yaptı ve beğenip 5 numarasını seçtim. Çok fazla renk seçeneği yok ama eğlenceli ve farklı bir oje.

Paketten bunlar çıkıyor. Ojenin yanında birde mıknatıslı bir parça var. Ojeyi öyle her parmağınıza birden uygulayamıyorsunuz çünkü kurumadan mıknatısa tutmanız gerekiyor. Uyguladığınız parmağınız kurumadan hemen mıknatıslı başlığı tırnağınızla temas ettirmeden mümkün olan en yakın şekilde tutuyorsunuz ve bir süre bekletiyorsunuz. Pakette 10 saniye yazıyor ama bana yeterli gelmedi. 10 sn de güzel bir sonuç alamadım ve daha fazla beklettim. Tüm parmaklarınız bittiğinde sonuç bu oluyor;


Ben çok beğendim eğer sizde beğendiyseniz hadi kolay gelsin. Bu arada ojenin fiyatı 5 tl :)